Perşembe, Şubat 4

Sevgi emek yürek sonrası yarak kürek

Cuma, Ocak 1

ABD'deki okur.eğer hala aynı kişiysen senelerdir ve ben yazmamama rağmen hala arada bir uğruyorsan san bi önerim olacak.bana ses ver

Perşembe, Eylül 3

Ada

Ölmedim daha.Ama mezarimi hazirmislar.Birkac kere gomuldum canli canli.hem de oyle topraga falan da degil, acik havaya.İnsanlarin ve insanligin tam ortasina.Son duragim mi bugune kadarki? Buyrun gelin efendim,Bozcaada guzel memleket...

Cuma, Nisan 20

şeytan

şu hayatta gördüğüm en acımasız şey hayatın ta kendisi.yeterince insan görmediğimden midir,yeterince acımasızıyla karşılaşmadığımdan mıdır bilmem.görmek,öğrenmek de istemem.belki biraz içbükey yaşadığımdan sadece hayat acımasızlık ediyor ama o hayatın içinde insanlarda var malum.ne kadar iyi olursa olsun;en iyisinin bile kanında,içinde bi yerlerde şeytan var.çocuklar masumdur derler.o bile yalan.çocuk masum değildir.sadece gücü yoktur.o bile kendi çapında yaşıtına,arkadaşına,ailesine zarar veriyor.istediği bişey olmadığında yada istemediği bişey olduğunda nasılda hırçın ve saldırgan.insan olmak zor zanaat.çünkü insanoğlu çift kişilik yaşıyor.biri kendine,diğeri şeytana...

Salı, Aralık 20

Ελλάς

yunanistana gidesim var.ve hatta gitmek istiyorum.yok mu gelen..

Çarşamba, Kasım 2

yeni

yenilik iyidir derler.yada daha doğrusu yeni olan iyidir.değildir arkadaşım,değildir.yeni sancılıdır.bunaltıcıdır.sıkıntılıdır.boğar adamı.alışmak gerekir yeniye.en beteri eskinin yokluğuna alışmak gerekir...alışamadın mı? o zaman kabulleneceksin.e o da yok diyorsan güzel(!) atasözleri var bununla ilgili.okuyacaksın.ama dersen ki "istemiyorum arkadaş!"buyur gel,katıl sende bize.ekibimizin en yeni üyesi ol...

Perşembe, Şubat 17

eros

iyiden iyiye yaşlandın sen.baksana gözlerin bile görmüyor artık.hep hedefi şaşırıyorsun.yanlış kişilere gidiyor okların.çoğu zamanda doğru kişiyi vurmaya mecali olmuyor kollarının....

Perşembe, Şubat 10

yok

çoooooo-----k uzun zamandır yazmamamıza rağmen(ki artık sadece ben varım) hiç üşenmeden, taaa amerika'dan haftada minimum 4 kere en azından sayfayı açıp bakma nezaketi gösteren sevgili okur,sabrına hayranım.aynı sabrı göstermeye devam edersen çok sevinirim.çünkü tekrar başlamaya karar verdim yazmayı denemeye.en azından akmasa da damlayacak...

Pazar, Ağustos 29

.....

çocukken televizyonda dönen her şey için onlar kağıt derdi annem.. evet, her şey kağıt.. insan bile.. baksanıza, kaç kere katlanıyoruz siktiriboktan dertlere..

Perşembe, Mayıs 27

Başlıksız

ulu orta yere şıçmayın be arkadaş.gönül bu.ota da konar, boka da.benimki hep boka konuyor.ama bu sefer durum farklı.şikayetim boka konmaktan değil.burnuma kadar boka batmış olmaktan....

Salı, Mayıs 25

DÖNME

dönmek istiyorum.evet tam olarak bunu isiyorum. 'dönmek'.hem de eski hayatıma.her şeyin bir tadının olduğu o hayata.çünkü sıkıldım.her şeyin tadı aynı.sadece 'acı'....

Pazartesi, Mayıs 24

Yap-Boz

çok severim ben puzzle'ı.yılmadan sıkılmadan,uğraşırım onlarla ama hiç birini tamamlayıp asamadım; adına 'ruh' denilen odaya...çünkü her yeni kutudan hep bir parça eksik çıktı.ben yeni bir puzzle alıp yapmaktan sıkılmadım,puzzle eksik çıkmaktan...''en sonunda buldum eksiksiz kutuyu'' derken farkettimki o parça başka bir puzzle'a aitmiş...kısacası yine 'boz'dum.hiçbir zaman tam olarak yapamadımki zaten.Hep aynı terane.Yap-Boz,Yap-Boz,Yap-Boz......

Çarşamba, Mart 24

defter

'hayatımda bir sayfa açtım' diyen insanı samimi bulmam. insanın geçmişinden kaçma çabasından başka bir şey değildir bu. doğrudur, insan zaman zaman ister bunu. 'aşk hiç biter mi?' şarkısında geçen, sevgiliyi hatırlatan her anı silmek ister insan. bir zaman mutluluğun tanımı olmuş bir çift gözü unutmak ister. hani o gözlerini kapatınca, en zifiri karanlıkta parlayan bir çift gözü, hani o gülünce gülümseten, ağlayınca ağlatan...

katılmıyorum. hayat dediğin bir kalınca defter. doğrudur sayfalar çevrilir. doğru gibi görünür, tertemiz bir sayfa açmak. yalandır aslında.altında görünür önceki sayfanın izleri. inatla hayır kopardım önceki sayfaları diyorsan, itirazım yok. yalnız unutmayasın, kopardığın sayfalar temizlenip eklenmiyor defterin sonuna.

Cuma, Mart 19

Yarım

Yağmur yok bu sabah... Parlak gökyüzü, ince bir beyazlık yansıtıyor. Öyle ince, öyle narin bu sabah... Ağır ağır yükseliyor gün ve ilk hüzmeleri penceremden içeri sokuluyor. Görüyorum, duyuyorum bu sabah...

İçimdeki deniz duruluyor, çarşaf çarşaf seriliyor, dibindeki çakıl taşları kıyıya vuruyor. Sözlerim, yüreğim susuyor. Dışarıda bir ışık yanıyor, uyuyamanlar uyuyor; uyuyanlar uyanıyor...

Dışarıda çocuklar hala taşlar arasında top oynuyor, hala bakkal ile manav birbirinden para bozduruyor, otobüsler dolu yine ve hala birkaç genç kaldırımlarda oturuyor...

Nasıl olur da kaybolur insan? Nasıl terk eder bu güneşi? Nasıl yürümez, nasıl gülmez?
Anlayamıyorum...

Sessiz ve sakince...

Pazartesi, Mart 15

gül deli gönül..

Bugün hiç düşünmeden yazsam, yine böyle dolar mı deli gönül? Bugün umudun olmasa yine açar mı namussuz gül. Bugün seni sevmeden dursam, durur mu dünya? Yazdım düşünmeden yazamaz oldu gül. Umut etmedikçe sustu deli gönül. Dönüyor dünya dönmesine de ne açmaya gül kaldı ustam. Ne sevmeye gönül…

Pazar, Mart 14

Çorba

Gözlerimin körleştiği, duygularımın sıkıştığı, beynimin köreldiği günler...
Gördüklerimi, sevgilerimi, fikirlerimi anlatamadığım günler...

Yaşamın çimlerde uzanmanın ötesine geçemediği şu günler, uçurum kenarlarında gezinmekten daha korkutucu oluyor. Bu ironi kişisellik gösteriyor ya tabii, bendeki dert değil aslen, hayat dışarıda akarken yüzemeyen milyonlarcasını görünce. Başımı çevirip bakıyorum bazen. Ne oldu? Ne olacak? Ne oldum? Ne olacağım?

Beynimin içinde kaynayan bu sorular çorba, karışıyor. Belki bundandır kararsızlıklarım, acılarım, uzun bakışlarım. Gözlerimin önünde ifadesiz bakışlar dolanıyor. Kemiriyor beni, başıma ağrılar saplanıyor, yine kupkuru gözlerim yanıyor...

Yastığa sarılıp uyumak kadar basit aslında. Düşünmemek kadar basit, olmuyor...

Beklentilerimin farkında olmadığımı düşündüğüm anlarda gözlerim kapanıyor. Eyvah, çocukluğum ceplerinde şekerlerle yanıma oturuyor. Yüzü nasıl da gülüyor...

Keşfetmeye çalıştığım sırlar aslında bu çocukluğun küçük ayrıntıları olsa gerek. Sahici gülüşlerin sevgisi...

Gün bugün olmasa belki kanatlanmak yahut boğulmak kadar basit olmalı. Masmavi...

**Ukalalıklarımı mazur görünüz... "Hayat nedir ki bir düş, gördüğüm kadar."

Salı, Mart 9

Arife günlerinin bir anlamı vardır, her insan için ayrı
Dikkatle baksanıza herkeste yasadıklarıyla degil mi?
Bırakın masal okumayın bana, geride kaldı…
Arife deyince anneannenin çorbasının akla geldiği günler.
Sevgilinden mi ayrılcaksın aşkın arifesi degildir işte arttık ayrılığın arifesidir.
Kafanı kaldır yukarı bir bak her gün uçan bir martının arifesiyse hayat.
Bir kere daha yaşıyorsun demektir. Doya doya iyi ki yaşa

Çarşamba, Şubat 17

Çarşamba, Ocak 27

kuyu

buraya yakışmayacak ama bizbizeyiz yazayım, kuyumu su bastı dostlarım. bunu expheliar da kirmizibilye de gördü. anlatıcam. birikimim çok.

Salı, Ocak 19

gözleri toprağa benziyordu. ne dalmamak mümkündü, ne bu uçsuz bucaksızlıkta kaybolmamak... senin gözlerine dalmak, toprak anaya candan bir tohum ekmek. seni düşünmek, gözlerini kapayıp bir çiçek hayal etmek, ne vakit açtığını bilmemek, hiç solmayacağını umut etmek.

beni seni böylece sevdim ya, sadece sen olduğun için, hani su gibi berrak, toprak gibi bereketle, ateş gibi şehvetle, hava gibi seçeneksizce, boşluk gibi sessizlikte... korkum yok en güzel çiçekleri bulup getirebilirim sana. yapmaycağım. seni seyrederek özlemektir kararım.

'sevgiliye verilen gülün kırmızı değildir aşk, çiçeği alan sevgilinin gözlerinde çakan kıvılcımın kırmızısıdır'

Perşembe, Ocak 14

son

sonunda oldu.en azından onun anlayamayacağı gibi oldu.işine yarayacağının farkında bile değil.ciddi anlamda iyi niyetimle yaptım.ne mi??? ''elma beni zaten sevmiyordu,artık nefret ediyor...''

sorgu

evet,sevgili okur (yada okumaz). bir haftadır yatıyorum evde ve düşünmek için yeterli zamanım oldu.fakat kılımı kıpırdatmaya bile halim yokken turuncu bir tohumun aldatmacasına maruz kalmayı başardım yattığım yerden.halbuki ne kadar şefkat doluydu kimbilir üstünden kimler geçmiş(!) bu tohum... turuncuydu.güzeldi.bir paraguay tohumuna o kadar benziyordu ki... belki doktorluk yapar benim yaralarıma düşüncesi sardı içimi.ne de olsa doktor tohumuydu.ama o da kendine panzehir arayan bir zehir çıktı sadece... son zamanlarda hep zehirli tohumlar bulmaya başladım.nedersiniz sizce ben yaşlandım da benim toprağım mı zehirlendi??? yoksa tohumlar hep zehirli miydi??? en iyisi ne biliyormusunuz.bırakıp bu tohum sevdasını kendiliğinden biten güzel çiçeklere dönmek yeniden...

amk

sikerim.evet.tam olarak böyle başlıyorum yazıma.yeter ulan.iyi ki bi ameliyat olduk.bir haftadır meydanı boş bıraktık diye neler olmuş.dallas mı lan burası.kendinize gelin bir an önce.yoksa 3-4 güne zaten ben geliyorum...

Salı, Ocak 12

geri dönüş

efendim ne zamandır yazmıyordum.baktım ki insanlar beni unutacak,sigara içmemin yasak olduğu şu günlerde ''TÜTÜNCÜL'' bir yazıyla aranıza döneyim dedim... ''Sigarayı bırakmanın gerekliliği ve tütüntün say say bitmez sakıncaları konusundaki yazıları okumuyorum.eli sigaralı bir okuyucu olduğum için konumum konuya uygun değil.üstelik bu ve benzeri yazılar,özünde sigaranın insana ne denli zarar verdiğini anlatır,bunu kanıtlamak için ıkınır ve sıkınır.her gün dünyada,kaç kişinin sigara içtiği için öldüğünün istatistik sayılarını kenar süsü olarak barındırır.o gün dünyada, sigara içmemesine rağmen ölen insan sayısından söz etmez.genellikle hayatında hiç sigara içmemiş,tütünü ağzına hiç sürmemiş ve aklını sağlıkla bozmuş,gayet sinir tipler tarafından yazılır bu yazılar.biz tütün içiciler,hepimiz çok iyi biliyoruz ki sigara sağlığımız için hiç de iyi birşey değil ve bunun bize uzun uzun anlatılmasına gereksinimimiz yok;çünkü biz işin bilincinde olarak sigara tüttürmeyi sürdürmekteyiz.neden,diyeceksiniz!deyin!biz size; '-içiyorsak sebebi var!' gibi bir arabesk açıklamada bulunmak zorunda değiliz.kimisi sigara içmeden kitap okuyamaz,kimisi araba kullanamaz.insanlar için genelde yaptığı işin arkadaşı olmuştur sigara,bu yüzden sigarayı bırakamazlar yada sigarayı bırakınca yaptıkları o işi de bırakırlar.yazar gabriel garcia marquez,kendisine sigara yasaklandıktan sonra yazarlığı bıraktığını,artık yalnızca gazatecilik yapabileceğini açıklamış.ama yıllar sonra yeni bir kitapla çıkmış insanlığın karşısına.gizlice sigaraya mı başlamıştı?sigarasız yazmayı mı keşfetmişti?sigarayı yaptığı işin olmazsa olmaz arkadaşı sananlar,gerçek tütün içiciler değildir.gerçek bir içici,sigara içerken başka hiçbir iş yapmaz ve sigara içmeyi yaşar.örneğin ilk nefesle ikinci nefes arasında önemli bir fark vardır,son nefes bambaşkadır.küllükte bir an dinlendirilmiş,külü uzamış,silk beni haline gelmiş bir sigaradan alınacak nefes ve keyif elbette çok özeldir.bunun ayırdına varamayan,sigarayı küllükte unutan,ikide bir sigarası sönen bir içici,ciddiye alınacak bir tütn içici değildir.sigarası ağzında sönen tiplerse,içici olarak ciddiye alınmaması gerekenlerdir.doktorun tavsiyeleriyle kendi zaafları arasında gelgit yaşayarak günde belirli sayıda sigara içenler,o sayıyı azaltmaya çalışanlar, içiciden sayılmaz.doğru dürüst bir içici,günde kaç adet sigara içtiğini bilmez.o yalnızca paketteki son sigaraya ulaşmadan önce yeni bir paket alması gerktiğinin bilincindedir. ' -bırakıcam bu sigarayı ' diye güne başlayan ve öğlene kadar diş gıcırdatarak sigara içmemeyi başaran kimi kendine eziyet tipler,öğle yemeğinden sonra; 'yakmıycam,öyle ağzımda dursun! ' diye bir sigarayı sinirle iki dudağının arasına yerleştirir.ikindiyi bulmadan da 'hiç sigara içmeyip yüz yaşıma kadar ot gibi mi yaşıyacam! ferahlatıcı mantığına ulaşır ve ateşler tütünü.tütün içilecekse keyfine varılarak içilmelidir.bir nargile içicisinin muhteşem keyfini göz önüne getirin.içici nargileyle bütünleşmiştir,başka hiçbir olayla ilgili değildir, bir elinde marpuç öbür elinde maşa gözü tömbekide derinlemesine yaşamaktadır olayı.hiç nargile içierken telefonla konuşan görmedim örneğin.bu yüzden,yani sıradan bir tütün tükeci olmadığım için,sigara içmekten muhteşem bir keyif aldığımdan tütünle vedalaşmayı düşünmüyorum.'' yazarın eline sağlık...

Perşembe, Ocak 7

Kaktüs

Ben bir kaktüsüm. Dikenleri olan, ama bazısına sevimli bir kaktüsüm. Herşeye inat yaşamayı bilen, yağmurlara sevinen, hiçbir kara bulutu sevmeyen ama her bir damlayı biriktiren, en çok beni sevene sevinen ama sevilemeyen, dokunanın canını acıtan ve daima yana yana büyüyen bir kaktüs...

Cumartesi, Ocak 2

Pazar, Aralık 27

Özledim, Özledik

Birini özledim, özledik. Özü, azla konuşan o adamı özledik. Ben onunla oturup, bir çay eşliğinde sigaramı tüttürmeyi özledim. İçeri girerken mutlulukla kulağını çıkarıp, aynı yerinden yakasının sallandıran o adamı özledim. Ceketinin aynı yerinde uykusuz durduğunu bilmeyi özledim.
Always'de alcoholica ile girilen bayağı sol muhabbetleri sabırla dinleyip, "Susun artık, iyice saçmaladınız" diyen abimi, "Ya ne olacağıdı?" diyen arkadaşı, beraber gülünen günleri özledim. Siktir et be! Verdiği değeri karşısındakine buram buram koklatan büyük adamı özledim. Duyurudur. Cüzdanda taşınan yazı, yazanın yerini dolduramıyor.

"kırmızıbilye"



Eski bir 45lik gibidir özlem. Aniden patlar, dumanı tüter hafif hafif. Gücün oldukça eline alırsın zira geri teper, can acıtır. Üfler dağıtırsın dumanını; elini yakan bir çocuk gibi değil, annenin çorbasına üfler gibi ağır ağır... İşte bir tanesi kendi şakağına dayar, bir tanesi karşısındakinin. Ve ben bazı bazı rus ruleti oynarım. Tek başıma...

"swam"

Çarşamba, Aralık 16

Arayış

Bu sabah son olmayacaktı. Son sabahım bu olmayacaktı ya da ben öyle istemiştim. Yağmur yağıyordu ufak ufak yola çıkarken; naif ve gururlu. Küçük su birikintilerinin etrafından dolaştım okula gidene kadar. Hiçbir şeye anlam yüklemeden sadece su birikintisi olarak görmek istedim onları bu sabah. Olmam gereken yerin neresi olduğuna karar veremediğim ortadaydı ama en azından bi ağacın dibinde ıslak çimlere oturmak sanırım biraz daha kendimi bulmamı sağlayacaktı. Tüm umutlarımın yitip gitmeyeceğine inandığım bu sabah küçük bir dal kucağıma düşene kadar devam etti. Birileri geçerken bana bakıyordu ama kimin umrunda. Onların küçük hikayelerini yazmak için ilk acemilikle kalemimi elime aldım...

***

Şimdi şu önümden geçen güzel sarışın kız yanındakine birşeyler anlatıyor. Diğeri de cevap veriyor tabii. Ya ne yapacaktı sanki? Küçük arkadaşlıklarının içine konuşulacak başka şeyler ekleyen biri bendim sanırım. Sen! dedim. Döndü, evet sen! dedim bu defa. Yaklaştılar biraz. Yüzündeki kıvrımları seçebilene kadar yaklaşmalarına izin verdim. "Ne kadar garip değil mi? Sen birazdan eğitildiğini düşünürken ben burada olacağım. Ve senin aklında bu ağaçlar değil ben olacağım."

***

Eski bir tanıdık yaklaşıyor bana doğru. Hiçbir şey söylemeden yanıma oturuyor. Susuyoruz biraz. Konuşacak birşeyler bulması için zaman veriyorum ona. "Sen..." diyor. "Bu ağaçla sevişebilecek kadar büyüksün. Ona aşık olacak kadar küçüksün aslında..." Kısa bir türkü mırıldanıyor. Kalk diyor. Elimdeki dalı uzatıyorum. Sen git diyorum, ben arayacağım.

***

Bir tanesi daha geliyor şimdi. Haki yeşil parkasıyla akıyor gibi önümden. Ayakları bir karış yukarıda gibi yürüyor. Çıkmadan önce annesinin yanaklarından öptü bu çocuk ve küçükken de seviyordu annesini. Sünnet oldu bu, sabaha kadar ağlarken de annesini sayıkladı. Şimdi küçük yaramazlıklar peşinde ve hala seviyor onu. Benim yağmuru, ekmeği, çocukları sevdiğim gibi...

***

İçimden haykırmak dahi geçmiyor. Geçip giden başkası da olmuyor. Karnımı doyurdum belli ki bu sabah. Son olmasın diyorum. İçimden akan her bir kelimenin sonu olmasın...

Pazartesi, Kasım 30

yorumsuzca.

bugün canım şiddetle acımakta. bugün canımın başı dertte. biri en sevdğinin ölümünü çaresizlikle seyretmekte. biri onu sevenle sevdiği arasında kıvranmakta. biri aldatılmışlığı her göz yaşında akıtmaya çabalamakta. biri açlıkla pençeleşmekte. biri ben olmadığını inatla anlatmaya çalıştığım, sadece onun hayal ettiği bir beni delicesine sevmekte. biri beni kırdığından mıdır, bilinmez, bir garip hüzün içinde. ve benim sevdiğim benden uzakta enfes almakta. bugün akmayan göz yaşlarımı kimse farketmemekte, ve ben bir garip sitem içindeyim hayata karşı...

açlık

tek bir insan görmedim ki aç olmasın. sevgiye, yemeğe, kardeşliğe... mutlaka açtır insan

karnı aç olan gün gelir doyar, zira o elineverilen ekmeğin yarısını koparıp yanındaki aça verebilen adamdır. doydukça çevresini doyurur. açsa hepberaber açtır. bulundupu noktaya her daim bir mutlulukla bakar. mutluluğu emmez, tekrar tekrar yaratır.

ruhu aç olan verileni bile alamaz ki. yanındaki açtan birşeyler bekler. verileni de yutar bu karadelik, yedikçe büyür. büyüdükçe çoğunu ister. mutluluğu emer.

'karnı aç adam için üzülür ona yardıma koşarım. ruhu aç adama ise acırım, ötesi gelmez elimden.'
gelirse bir gün, ona rüyalarımdaki mor çiçek bahçelerini gösterceğim. ağızda kuruyan lafı söyleyeceğim. dudakta sönen gülümsemeyi tekrar yaratmanın keyfine varmak için gel. koşarak gel.

gelmezse bir gün, bahçelerimin soluşunu yaşayacağım. ağızdan çıkan boş lafa acıyıp, dudaktaki boş gülümsemeden nefret edeceğim.

gelir de hatırlamazsa beni, var olan bahçeyi bilememek, bilip de görememek nedir göreceğim. bağırmaya çalışacağım, ama dilim olmayacak. gülmeye çalışacağım ama dudaklarım kımıldamayacak.

tek,bir...ben,iki...biz,son...
'bağırdım dinleyen olmadı. duyan çoktu zira...
koştum gelen olmadı. bakan çoktu zira...
sevdim seven olmadı. iddia eden çoktu zira...'

insanın hayatına nadir giren insanlar vardır. nadir bulunan çok duramaz birinde. sen gittin birileri sana benzemeye başladı.denedim olmadı zira sen tektin ki. ben seninle 'sessiz çığlık' nedir yaşadım. duyamadığım için sana değil, sesimi çıkaramadığım için kendime kızdım. insan birinin yeniden karşısına çıkacağı anı korkuyla beklerken, içindekileri tutamazdı kolayla...

ben. belki hiç gelmeyecek bir güne inandım. baksana senin güneşin doğarken benimki batar, benim güneşim doğarken seninki batardı. güneşlerimizin yeniden beraber doğup batacağı güne inandım...

doğrudur. sizi sevmek ve seni sevmek.

Perşembe, Kasım 26

Kısa Devre

Affediniz. İçten ve kesin olarak affediniz. Anlayış gösteriniz veya kulak arkası ediniz ama salt affediniz. Düşünmeksizin, kurmaksızın, ne dediysem onu duyup affediniz. Evet bu kez karşılık bekliyorum. Ben ne yaptıysam onu yapınız ve affediniz.

Kusurlarımdan korkmuyorum. Düşünemeyen aklımdan, yüreksizliğimden, eksik sosyal zekamdan korkmuyorum. Siz de korkmayınız, ne yaptıysam odur. Ötesi berisi yok, düz konuşurum ki bir kerede anlayasınız diye. Durup düşünmeyesiniz, aklımı çözmeye çalışmayasınız diye. Altı boştur, aramayınız. Yalnız ve yalnız affediniz. Belki de sandığınız kadar kötü biri değilimdir...

Değişmek isterse kişi işte tam da bu zamanda istiyor. Hayalinizde taşıdığınız Görkem değilim ben. Ama şu an o olmak istiyorum, söyledikleriniz boşa gitmesin diye. Kızmak, üzülmek yerine utanabileyim diye. Aklınızdaki adam ben değilim. O sizi kandırmak, buradaki günlük kıçıkırık dertlerini yazarak hafifletmek istiyor. İşte şu an rahatlamak zorunda. Sandığınız kadar basit değildir belki.

Belki... Çürümektir belki. Sadece benim için olabilir. Sıkıcı ama gerçek. Olasılıklar... Var olma sebebimden de yok oluşumdan da sorumludur bunlar. Delirmek için birebir. Günde iki defa aç karnına.

Şu an tüm bunlardan kurtulmanın tam sırası. Evet, sana anlatıyorum. Kızgın değilim, kırgın da. Bir parça uykuluyum yalnız, o da dertsiz başıma dert olsun diye işte. Rahat rahat uyurum birazdan...

El sallayacağım renkli rüyalardan. Selam.

Çarşamba, Kasım 25

katil

3 bölümlük bir yazı yazdım.haftalardır düşünüyorum ''24 kasım geliyor bişeyler yapmalı...''. içimdeki fırtınadan bu üç bölümlük rüzgar koptu sadece.''24 kasımda ne fırtınası,ne rüzgarı?'' diyecek olan olursa söyleyeyim.geçen sene bugün hayatımın en önemli kararını aldığım gün, 24 kasım.beni ben yapan iki kişiliğimden birini kendi ellerimle öldürdüğüm gün; diğerini yaşatabilmek için....

...

Bensizliğin hesabı seni bensiz bırakıyor. oysa ben hep sensizdim.sensizlikten başka hiçbir şey beni sana kavuşturamazdı çünkü.şimdi gerçekten yoksun.sen sonra var olmayı seçerken nasıl burada,yanımda olursun ki???sen benim olmadığım bir zamandasın.elmanla,yılanınla ve tavusunla belki yine olacağınız bir zamanın kabusunu düşlüyorsun...

..

her şeye bir ömür biçiyorlar.''aşkın ömrü'' diyorlar.aşkın ömrü bir an sevgilim.aşkın ömrü yok.senin de, benim de yok.ömür biçtikçe kısaltıyorlar.Şimdi'yi bırakıp geleceğe uzattıkça ellerini şimdi'nin upuzun,geniş ve derin sonsuzluğunu kesip biçiyorlar.hiç ölmemek istiyorlar.senin yüzün yaşlanmasın istiyorlar.daha şimdiden ne kadar güzelsin oysa.sen korkuyorsun.oysa korkunun kaynağı korkuyor olman...

Ben ve Diğerleri

İnsana insanı anlatmanın zorluğunu şiddetli bir baş ağrısıyla hissediyorum. Sert ve gerçekten problemli bir gece. Kimi zaman insan için problem, yalnız üzüldüğü şeyler oluyor. Sahip olamadığı herşey için üzülüyor, pişmanlık duyuyor insan. Çünkü bu insan diyor içimdeki ses, fakat diğerleri umudunu yitirmiyor.
Bir tanesi içimdeki sese büyük oranda uyuyor. Bu zamanlarda varlıklar benim mantığımda şekilleniyor. Beynimin içinde oluşan herşey için yeni bir sorgulamaya ihtiyaç duymuyorum. Gidip yalnız bir avuç su içiyorum akarsudan. O zaman büyük adam oluyorum. Büyük adam öyle yapar çünkü, çocukluğunu da unutur gençliğini de.
Öyle bir tanesi var ki geniş ovalara yayılan fakat ısrarla çağıldayan bir tanesi. Beni ve hatta diğerlerini bir anda "uçuran" bir tanesi. Önünde durulamayacak kadar kuvvetli, sürükleyici fakat çırpınan hiç bir balığa kıyamayan bir tanesi.
Bir tanesi zaman zaman yoklar beni. Hatırlatır kendini ve beni de hatırlar zaman zaman. Gün gelir yatak döşek yatırır, kilometrelerce yüzdürür de bazı. Hiç ciddiye almaz onu diğerleri ama pek de darıldığı görülmemiştir şimdiye dek. O da kesecek birgün cezasını ya diğerlerinden pek fırsat kalmaz ona.
Bir tanesi tetikte, her an patlamaya hazır bekliyor. Esip gürlüyor bazen, ne set dinliyor ne balıkçı ve gün geliyor ağlıyor; balıkçıya da takasına da. Konuşmuyor hiç, sormuyor. Yalnız ve yalnız akıyor boy boy.
Herşey bir yana ben sizde balıkçı da olurum takası da, takılmayınız. Peki ya siz benim suyumsanız ne olacak? Kızın bana, taşlar fırlatın. Nasıl olsa batar dibime, kaybolmaz tabii yahut unutulmaz ama gün gelecek, taş atacak bir tanesi daha olmayacak...
Bırakınız rakınıza da karışayım, terinize de bulanayım. Şikayetçi olacak değilim, ben mutluyum ve hala bazıları umutluysa ben yine burada olacağım hepsiyle beraber...

Her bir damlama selam olsun...

Pazartesi, Kasım 23

Anlatmak

-- İşbu yazı hiç bir anlam içermeyen duygu ve düşüncelerimin bir karışımını içerir. --

Sözgelimi yazmaktan öteye geçememekle bir baltaya sap olamamak arasında sıkışan binlercesi gibi olmayı hayal etmek. Aslen sen, ben ya da biz olmak, o olmaktan küçük bir ayrım içeriyor. Bu nüans karmaşıklığı çözebilme yeteneğinden çok, karmaşayı yaşamayı ve hatta gerçek bir şizofren olmayı gerektirebiliyor. İşte tam da bu karışımın ortasında benim yazdığım hiç bir kelime sizin için sanıyorum gerçek anlamlarını içermiyor. Üzücü değil ama biraz hayal kırıklığı gibi ya da yalnızlık duygusunu biraz daha yaşatıyor. Kendimi anlamaya çalıştığım zamanlar başka birini yanında aramak anlamsız oluyor, ki bunu anlayabilmek güçlü olmak gerekliliğini kuvvetlendiriyor...

--Tamamen bilimdışı gözlemlerime dayanır.--

Tüm bu anlatımlardan öte şu an anlattıklarım açık olmalı ve hatta size sizi anlatmak kadar açık olabilir zaman zaman. Çünkü ben bende olanları anlattığımda aslında siz anlamak istemezsiniz, sizin içinizdeki size sizi anlatmayı deniyorum, olmuyor. İşte tam da burada yazdıklarım -anlatanı anlatmak- dostlar için anlamlı olacaktır.

Neden yazdığımı sorma. Yalnız yazdım, anlayana selam olsun.

Cuma, Kasım 20

oyun

hadi gelin bir oyun oynayalım bizim olsun. en başta gözlerimizi açalım her yer bembeyaz olsun,adı doğmak olsun. herkesin sınırlı sayıda rengi olsun,adı ömür olsun. herkes aynı şeyi başka renk görsün, adı benlik olsun. her rengin bin bir türü olsun, adı çeşitlilik olsun. kırmızı aşk olsun. yeşil dostluk olsun. mor umut olsun.sarı neşe olsun. turuncu dostluk olsun... birinin yeşili diğerinin kırmızısı olsun. herkeste azıcık mor olsun. sonumuz sarı olsun... çekilip dışından bakmak yasak olsun, her renk her yere dolsun, korkaklık yasak olsun. herkesin bir yeşili olsun, bir de kırmızısı olsun. yalnızlık karanlığa özgü olsun. bütün renkler bir olsun, bir oyun olsun. adı da 'hayat' olsun...

Çarşamba, Kasım 18

Dağ ile Raks

Bir dağın eteğindeyim. Tırmanmak da hiiç aklımda değil. Zirvesini seyrediyorum, bir saat sonra hala dumanlı. Birkaç taş fırlatıyorum o tarafa, tam zirvesine; yetişmiyor. Yetişmeyecektir, hiç canını yakamayacağım bu taşlarla. Aslında yakmak da istemiyorum ama fırlatıyorum işte.
Geldim geleli iki saat oluyor, dumanı seyrelmiyor dahi. Daha fazlasını göremiyorum, inceliyor zirvesine doğru ama yukarıda neler var bilemiyorum. Belki daha fazla kalınlaşacak, bir kum saati olacak. Amma da ironik olurdu ha!
3 saat önce geldim buraya. Zerre yol kat etmiş değilim. Ne tarafa giderek yol kat edilir bilmem, sorma. A-a! En sevdiğim film. Gözlerimin önünde oynuyor. Hayır, Kaf Dağı değil burası.
Aklım öteye geçmek isteyeli 4 saat oluyor, usanmaya başlıyor yavaş yavaş; fakat gönlüm oralı değil ne çare...

"yıldız dağı işte de geldim yanına
bir teselli versene garip canıma
salıver gideyim de nazlı yarime
ülker yıldızı niçin kalkmaz dumanın
dertli yıldız niçin gitmez ateşin, merakın
namlı da namlı yükseklerde karın var
alçağında mor sümbüllü bağın var
şimdi duydum da benden başka yarin var
ülker yıldızı niçin kalkmaz dumanın
dertli yıldız niçin gitmez ateşin, merakın"

Yıllar geçiyor üstünden; gözüm yükseklerde. Bazen kısa bir türkü, bazen tok bir aşk törpüler insanı. Sarılıyorum sıkıca, selam veriyorum...

Pazartesi, Kasım 16

Girizgah

Aniden, haberli gelir; çabucak, göz göre göre. Yalnız neden gelir bilinmez, bilemedim. Ufak ufak yazacağım buraya neden nasıl gelir. Anlamaya çalışacağım, çalışacağız. Kim ne kadar ne anladıysa bana da anlatsın. Ben ve ruhum yanyanayız, o benden habersiz, ben ondan haberli. Ameliyat masasında değil o ama her bir hareketini izliyorum. İyileştirmek değildir amacım yahut yavaş yavaş ölüme hazırlamak; öyle ya doktor da değilim ben hasta bakıcı da. Yeter ki anlayalım, anlayayım. Ben tam da onun için buradayım, onu da sürüklüyorum yanımda şimdi lakin özür borçlu değilim zira anlayacağız. Yazınız, anlatınız ki ben de yazmaya devam edebileyim; yalnız ve yalnız onun için.

...

Olur mu?

Bendeniz Görkem, namıdiğer swam. Su içer, yemek yer zaman zaman uyurum. Ben de sizden biriyim yani ama onu daha anlayamadım. Selam ederiz.

Perşembe, Kasım 12

okyanus ve ayı

Geçenlerde onu yolda gördüm;''okyanus''u. yanında da bir ''ayı'' vardı.onları beraber gördüğüm anda o ayıyı öldürmek istedim.ama benim OKYANUS'um;canımın yarısı ona canının vermişti.yada bedeninin yarısını.belkide tümünü...o 'ayı' ölürse benim canımın yarısı acıyacaktı.yapamadım...sadece aklımdan geçenleri yazabildim ölümcül yalnızlığıma geri göndüğümde: ''Be adam;o kadın bir okyanus,sen ise bir ayı.Ulan ayı okyanustan ne anlar...''

Vibratör

Evet,kabul ediyorum yazmak için enteresan bir konu.ama bilgilendirmek lazım insanları.farkına pek varılmayan işlevleri ve yararları vardır bunun.simdi sorsam size ''nedir bu vibratör denen meret???'' cevap kuvvetle muhtemel alaylı bir ifade eşliğinde ortak olarak gelir :Seks objesi.hayır değil,yada en büyük faydası bu değil.bu vibratör denen aleti icat eden zat-ı muhterem farkındamıydı bunu üretirken bilmem ama bu alet aldatmayı da engeller.Nasıl mı?alırsınız bi tane,güzelce bir pakete koyup aldatmaya meyilli (eski) sevgilinizin kapısına bırakıp kaçarsınız üstündeki notla beraber: ''Bunu kullanmayı sakın ihmal etme.belki böylece aldatmaktan vazgeçersin...''

Cumartesi, Kasım 7

yapmak-yıkmak

"yıkmak kolaydır" dedi babam masadayken. yapmak ise zordur diye ekledi çatalını sallayarak. annen bu yemeği uzun uzun yaptı, ve gördüğün gibi 15 dakikada masayı baba oğul temizledik. her şeyde geçerli bu dedi. bana hayatımın en önemli mesajlarından birini ardından biraz sodayla çok güzel sindirilecek olan sıradan bir akşam yemeğinde veren bu 40lı yaşlarını yaşayan gözlüklü adam.

yıkmak en kolaydı. ve gözlüklü adamın bana senelerce öğrettiği gibi yapmayı seçtim. bir şeyler yapmamı öğütlemişti bana. dinledim.

bir tohum ektim. ilk suyunu damla damla verdim. herkesten sakladım tohumumu. topraktan bile saklardım elimden gelse. ama topraktı anası. çekerdi. ben de damla damla suyunu verdim. bütün günlerimi onun başında, gecemi de çayırda uzanarak geçirdim.

ve her gece yıldızları izledim. her biri kaydığında aynı dileği tuttum.

" o tohuma kimse dokunamadan büyüsün, ölene kadar çiçeğim sadece ben göreyim."

filiz verdi. daha bir hevesle suladım. hayatımda aldığım en büyük öğütten çıkmadım. yaptım. yapmaya çalıştım. ilk damladan itibaren her damla suyunu özenle verdim. çiçeklendi.

yıldızlar dileğimi gerçekleştirmişti. bir güzel gülüm vardı artık. yapmıştım. yapabilmiştim.ve o çiçek yalnız kalmayacaktı. gül bahçelerim olacaktı, gül bahçelerimiz. izin verseydin eğer.

sen sadece güzelliğini görebilmek için kopardın o gülü. bir cam vazoya koyup solmasını izledin. en kolaya kaçtın. yıkmayı seçtin. beni artık su bile vermek istemediğim bir tohumla baş başa bıraktın. aklımda giden gülün düşüncesi.


ve ben uyandım.

yemek vaktiydi. 40lı yaşlarında hafif kır saçlı ve gözlüklü bir adamla sohbet ederken buldum kendimi sofra başında.

yapmak zor, yıkmak kolay dedi. "yenisini yapmak ise ..." diyordu ki dinlemedim. yenisini yapmayı hiç istemedim.

içimden çok güzel türküler söyledim:

"divane aşuk gibi da dolaşurum yollarda"

yemekten kalktım, yollara düştüm.

dipnot: bu expheliar için. basit masit idare edecek.

Cuma, Kasım 6

insan, insancık ve insanımsı

'doğarken ağladı insan.' ona acıdı insancık. banane dedi insanımsı. 'niye yaşıyorum?' dedi insan. 'çünkü hayat sunulmuş armağandır insanlığa' dedi insancık. 'yıkılmış dünyaya sen misin direk?' dedi insanımsı. aşık oldu insan. onunla çilingir sofrasını paylaştı insancık. çok sıkıldı insanımsı. çok değer verdi insan. boşa çıkarmadı insancık. anlayamadı insanımsı. Özendi insan... İmrendi insancık... Kıskandı insanımsı... çok sevdi insan. daha çok sevdi insancık. sevmeyi öğrenemedi insanımsı... insan, insancık ve insımsı. bir çok kere aynı ortamı paylaşarak yaşadılar. sayısız bedende özgün mantaliteleri ile kendilerini buldular. öldüler mi zira tartışılır. ancak yüreğini dinleyen her insan(cık/ımsı), zira şirinleri bile görmeden, birinin sesini duyar... 'bir daha yaşamak istiyorum.' 'iyiki doğmuşum.' '...'

Aşk, yokuşta yarım gaz, yarım debriyaj duran arabadır

Aşk, yokuşta yarım gaz (hissiyat), yarım debriyaj (mantık) duran arabadır. Her daim arkada selektör yapan bir araba(eski sevgili), önde görülecek sayısız araba(?) vardır. Zira mantık basittir. Debriyaja çok basarsan (mantık birlikteliği) araba gazı alamaz, tıpış tıpış gidersin arkadaki arabaya… az basarsan (aşırı cesaret) bir anda atılır araba öne (aşırı cesaret) e kazanın (rezillik) maliyeti öndeki arabaya bağlı… Zaten yokuşun sonundaki ışık önce hep kırmızı yanar. Çekersin el frenini bir sigara yakarsın(hayatı akışına bırakmak). Zira belediye (hayat) yeşil ışıkla kırmızı ışık arasına sarı ışık (aşk geliyorum der mi?) koyma nezaketini asla göstermez. Çat diye yanar yeşil ışık. Kim stop (ayrılık) ettirmeden kaldırabilmiş(gerçek aşk) ki arabayı? Diyelim ki kaldırdın arabayı (buldun!). İllaki bir çukur çıkar. O olmasa kırmızı ışıkta geçen bir araba(3.tekil kişi) gelir sana çarpar. Kaza(aşk üçgenleri beşgenleri) kaçınılmaz. Belediyeyi adam gibi yol yapmaya, sürücüleri de trafik kurallarına uymaya çağırıyorum…

Perşembe, Kasım 5

adam,toprak ve tohum...

her insana doğduğunda bir toprak parçası verilir.kiminin toprağı kurak,çöl gibidir.kimininki ise nil nehrinin kıyısında...ne ekersen 10 katını,100 katını verir.tabi toprağa ekilen tohumlarla ilgilidir bu.ne kadar ve nasıl bir tahum ekildiğiyle ilgili... İnsanın hayatında karşısına bazen öyle bir tohum çıkarki...ömr-ü hayatta görülen en parlak,en renkli,bir kırmızı bilyeye en çok benzeyen tohumdur o (tabi anlayana...).diğer tüm tohumların içinden bağırır insana;''BENİ SEÇ;BENİ SEÇ!!!!.. ''.karşı koyamaz insan.bu karşı konulamaz tohumu eker adam toprağına.hiç olmadığı kadar büyük bir özen ve mutluluk içinde.bir çocuk gibi bakar o tohuma.o tohumun kocaman bir ağaca dönüşüşünü;köklerinin toprağın en derinlerine kadar işleyişini görebilmek için...Adam o güne kadar hiç ağaç tohumu ekmemişti toprağına.hep gelip geçici,küçük ve çok çok güzel çiçekler olmuştu toprağında kendiliğinden biten.hiç bu kadar derin izler bırakacak bir tohum görmemişti toprak..ama''bu sefer farklı bişeyler var'' diyordu adam.tohumu ekti toprağa.Çünkü artık dağılmakta olan toprağı bir arada tutabilecek kadar derin köklere sahip bir ağaç ekmesi gerektiğini o da biliyordu.ama bu tohum istemeden çıkmıştı karlısına.sanki gökten düşmüştü.o tohumu nasıl bulduğunu kendisi bile bilmiyordu.tek hatırladığı tohumun parlak görünümlü haykırışlarıydı.Adam hiç olmadığı kadar sabırlı davrandı tohumun büyüyüşünü izleyebilmek için.toprağındaki diğer tüm çiçekleri çoktan unutmuştu.onlar da zaten çoktan kuruyup terketmişti toprağı...fakat bir terslik vardı.tohum ekildiği anda yeşermişti ancak aradan aylar geçmiş olmasına rağmen hiçbir büyüme belirtisi göstermemişti adama.ama adamın umutlatı hala yeşildi...tohumunsa keyfi yerindeydi.hiç kimse o adam kadar ilgilenmemişti kendisiyle.onun kadar değer vermemişti.her istediğini yapıyordu adam.hemde bunu için sadece yalancı bir yeşeriş yeterli olmuştu...Aradan 8 ay geçmişti ve tohum çoktan kuruyup terketmişti toprağı tek bir yaprak bile açmadan.tohum adamı sürekli umutlandırmıştı.yani aslında sürekli aldatmıştı...hiç üşenmeden,utanmadan tam 8 ay aldatmıştı adamı gece gündüz.adam bu aldatılmışlık ve aldanmışlık içinde küstü toprağına.Tohum tamamen zehirlemişti toprağı.toprak nil nehrinin kıyısında bir çöl olmuştu.ürün vermiyordu artık.tohumdan miras kalan zehir topraktaki herşeyi yok etmişti ve hala ediyordu da...Tohumun dışı adamın gördüğü en güzel canlı yansımasıydı.güneşten parlak,ay'dan çekici...ama dışı ne kadar güzelse içi de o kadar zehirliydi.hatta öldürücüydü...Adamın kendine gelmesi uzun sürdü.hala gelemedi de.ama bazı şeyleri çok iyi anladı adam.sonsuza dek küstüğünü sandığı toprağıyla barıştı.biliyordu,toprak daha uzunca bir süre ürün vermeyecekti belki ama bir tek tohum yüzünden toprağından vazgeçemezdi.sonuçta ''TOPRAK'' devam ediyordu....

kırmızıbilye'ye saygılarla....

Çarşamba, Kasım 4

iki harf

adını hatırlamıyorum.'ö' müydü yoksa ''o..''muydu emin değilim.zaten fark etmiyor da.belki 'ö' olarak doğmuştu ama o hep''o..'' olmak istemişti.ve oldukça başarılı olmuştu.tam bir ''o..'' olmuştu.ve bundan keyif alıyordu.bunu yapmak için bi zorunluluğu yoktu.ama onun ruhu''o..'' idi.bu (şimdilik) kısa hayatına birçok ''o..'' luk sığdırmıştı.doğuştan yeteneği vardı buna şüphesiz.hiç çekinmeden yalan(lar) söyleyebilip insanları kandırabiliyordu.onlarla oynayıp yeterince acı verdikten sonra onlarla alay ettiğini adice ve dalga geçerek söyleyebiliyordu.ama bunu sadece daha iyi bir ''o..''olmak için yapıyordu.çünkü onun sadece bedeni değil ruhu da ''o..''ydu...

Salı, Kasım 3

xyz

Önsöz yazmayı sevmediğim gibi,ukalıktan da hiç hoşlanmam.Ancak ,expheliar bu bloga bir önsöz yazmamı istediği zaman,onu en iyi tanıyan insan olduğum için dileğini tereddütsüz kabul ettim.İşte bu en yakını olmanın verdiği güvenledir ki hakkındaki düşüncelerimin samimi ve gerçeğe yakın olacağını ümit ediyorum.evet ben expheliar'ın en yakını,hatta ta kendisiyim.ilk bakışta tuhaf olan bu önsözü,anlaşıl(a)mamış bir adamın son sözü olarak da kabul edebilirsiniz. 1.HAYATI: rivayete göre 12 Haziran 1991'de ankarada doğmuştur.sözüm ona yazı yazmaya başlayalı 6-7 sene olmuştur. 1.87 boyundadır,82 kiloda güreşir.2000 sigarası içer,her yazan insan gibi Tekel maddelerine karşı özel bi sempatisi vardır.İlk aşkı ebesidir.son aşkını henüz bulamamıştır.hiçbir yerde okumamaktadır.resmi olarak öğrenci bile değildir.velhasıl tuhaf adamdır şu expheliar. 2.ESERLERİ:önümüzdeki 12 sene içinde doğacak olan 2 çocuğu ve bir sürü yazısı vardır.
3.ÖLÜMÜ:öldüğünü henüz gören olmamıştır.